“Kamu Yararına Çalışan Dernek” diye bir olgu var.
Bu statüyü elde etmek için,
Derneğin en az bir yıldan beri faaliyette bulunması,
Amacı ve bu amacı gerçekleştirmek üzere giriştiği faaliyetlerin topluma yararlı sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olması gerekmekte.
Dolayısıyla, kamuya yararlı faaliyette bulunarak bir takım imtiyazları elde etmenin de şartları ve sorumlulukları var.
Tıpkı, “Mavi Bayrak” gibi.
Örneğin bir plajda Mavi Bayrak gördüğümüzde neyi anımsıyoruz?
O plajın insan sağlığı, hijyen ve diğer özellikleri açısından uluslararası standartlara uygunluğunu değil mi?
O hesap.
Kamuya Yararlı Dernekler de tıpkı “Mavi Bayrak” gibi tartışılmaz bir denetim ve inceleme sonucu hak ederek o statüye kavuşuyor.
***
Yazımın ana fikri bu değil ama, sonucunda kıyaslama yapmak açısından böyle bir giriş yapma ihtiyacı duydum.
Futbol ve içinde bulunduğumuz o devasa endüstrinin acı gerçekleriyle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?
Artık şurası tartışmasız bir gerçek ki;
Kulüpler sportif başarı yerine ekonomik başarıyı ön planda tutmak zorundalar.
Hatta buna mecburlar.
Dolayısıyla işin “show business” kısmı da böylelikle tedavülden kalkmış oluyor.
Zira, kulüpler artık liglerinde elde ettikleri sportif başarıları değil,
Küresel piyasadaki ekonomik yeterlilik ya da yetersizliklerini tartışır hale geldiler.
Sonuçta gelinen durum şu.
Yarışın ilk startı sportif açıdan değil, finansal açıdan kıyasıya bir rekabete doğru ilerliyor.
“Finansal Fair Play” denilen o Demokles‘in kılıcından en az zararla kurtulduğunuzda şampiyon gibi sevinip,
Aksi durumda kötü kaderinizin pençesinde inim inim inliyorsunuz.
Puan cezaları,
Küme düşürülme,
Transfer yasağı gibi bir korku tüneline girdiğinizde ise biliniz ki akibetiniz dünden belli.
İflas
***
Olayın daha vahim kısmı ise şu.
Futbolun yönetsel ve finansal kısmını halletmiş kulüplerle,
“Ulusal Lisans” gibi alamayanın dövüldüğü kıytırık bir müracaatı yaparken dahi ecel terleri döken kifayetsizlerin,
Ulusal ya da uluslararası sportif organizasyonlarda aynı düzlem ve hedefte yarışması.
Ne garip…
Taraftarlar da bu rekabetin adilane olduğuna inanıyorlar, hatta daha fazlasını istiyorlar.
Ekonomik göstergelere, mali krizlere, FİFA dosyalarına, futbolu idare eden kurumlara verilen sözlere ya da finansal yükümlülüklere aldırmadan,
Banka kredisiyle,
Ya da oradan buradan apar topar oluşturulan kaynağı belirsiz girdilerle futbolcu transfer eden o anlı şanlı yöneticileri omuzlara alarak,
Kazanılacak bir kaç teneke kupanın yüzü suyu hürmetine,
Ahşap bir ev gibi çatırdayan o sağlıksız yapının çöküşüne bilmeyerek de olsa ortak oluyorlar.
***
Bunu biraz daha açalım.
İngilterede şirket hisselerinin yarıdan bir fazlasını satın alarak kulübün mutlak sahibi olabilirsiniz. Bunun bir çok örneği var.
Peki, yönetsel anlamda gelişimini tamamlayamayan kulüplerin sahipleri kim, hiç düşündünüz mü?
Üye olan olmayan bir çok parmağın kalkmasıyla oldu bittiye getirilen kongreler sonucu alınan mazbata, bu sahiplenme için yeterli mi?
Sahip kim?
Başkan ve yönetim kurulları mı?
Kongre üyeleri mi?
Sponsorlar mı?
Yerel yönetimler mi?
Muhalefet mi?
Taraftar mı?
Ya da hepsi mi?
***
Futboldaki şirketleşme hakkında eleştiriler de yok değil.
Örneğin, sermayenin mutlak hakimiyetine karşı çıkanlar ile,
Bunun da ticari bir yatırım olarak kabul edilmesi gerektiğini öne sürenler arasında ciddi bir beyin fırtınası ha babam sürüyor.
Elbette bir ülkenin, şehrin veya yörenin kültürel değerlerini ihtiva eden bir kulübün,
Yatırım yapan bir işadamı ya da gurubun hakimiyeti altına girmesi ilk etapta pek de sevimli gelmeyebilir.
Ancak,
Bu şirketlerin halka arz edilerek borsada işlem görmeleri,
Bilançolarını şeffaf olarak belirli dönem ve şartlarda bildirme mecburiyetleri,
Vergi yükümlülüklerinin sağlam temellere dayandırılmaları gibi güzel yanları da yok değil.
Kısacası herşey kayıt altında,
Yani, olması gerektiği gibi.
***
Şirket ve finansal güç sahibi muktedirlerlerin futbola yaptıkları ticari yatırımları,
Ya da hiçbir gücü olmasa da,
Herkesçe bilinen azımsanmayacak rutin gelirlerle gemisini yüzdürmeye çalışan dernek yönetimlerinin,
Tahterevalli oynar gibi paylaştıkları “yukarıdakiler-aşağıdakiler” rollerinin hangisinin daha ehven-i şer olduğuna karar vermek değil amacımız.
Ama,
Alt alta yazıldığında toplamakta dahi güçlük çekilecek inanılmaz gelirlere rağmen,
Kasaya girenden daha fazla kapitalin “borçlanma şemsiyesi altında” şuursuzca harcanarak heba edilmesi,
Sadece bugünün değil, geleceğin ipotek altına sürüklenmesi,
Genellikle bilançonun borç kısmının şişirilerek, alacak kısmının tamtakır edildiği bu kısır döngü mutlaka irdelenmelidir.
Parmak hesabıyla koltuğa oturanların,
Yine parmak hesabıyla arkasına bile bakmadan “Pıııııır” diye bilinmezlere uçmaları da tarihe kavuşmalı,
“İbra” denilen sihirli kelimeyle girilen o çıkmaz sokaktan bir an önce çıkılmalıdır.
***
Öyleyse başa dönelim.
“Kamuya Yararlı Dernek” diye bir olgu var mı?
Var…
O halde,
İyi yönetilmeyerek borç batağına saplanan,
Vergi ve sigorta borçları biriken,
Gelir ve gider dengesini ayarlayamayan,
Küme düşen ya da düşürülen,
Lige puan cezasıyla başlayan,
FİFA’da dosyaları işlem görmesine, bir çok yaptırımla karşılaşmasına rağmen,
“Al takke ver külah” pervasızca yönetilememeyi sürdüren,
Cümle dernek statüsündeki futbol kulüpleri hangi statüde değerlendirmelidir?
Ona da siz karar verin.
Bu yazıyla ilgili forumdaki tartışmaya katılın
Bu yazı 672 kez okundu.
YAZARIN DİĞER GÜNCEL YAZILARI:
- “Lu’b-i Hayal” ve Ötesi…
- Türkiye Futbol Direktörü Ne Demek?
- “Mia San Mia”
- Sessizlik Bozuldu!
- Habtühata!
SON EKLENEN YORUMLAR:
- Sarp Kaplan - 3 Futbolcuya Teşekkür!
- Adnan Böcekdere - Bal-Kes’te 10 Numara Ve Golcü Arayışı Sürüyor
- Mehmet Yavaş - Bal-Kes’te 10 Numara Ve Golcü Arayışı Sürüyor
- Arif Kumru - Bal-Kes’te 10 Numara Ve Golcü Arayışı Sürüyor
- Kadraj - “Lu’b-i Hayal” ve Ötesi…
Herkesin bir şekilde yaraya parmak basmak istemediği konulardan bir tanesi, dernek statüsü ile yönetilen kamuya mal olmuş sportif faaliyet gösteren değerlerimizin bilinçli yada bilinçsizce harap edilmesi, ego tatmin merkezlerine dönüştürülmesinin anlatımı var yazıda. Vicdan ve cüzdan arasına sıkıştırılan ama vicdansızca har vurulup harman savrulan değerlerin aşığı insanlar olarak nereye kadar kandırılmaya devam edeceğiz? büyük bir soru işareti.
Sonra diyoruz ki tribünlere taraftar gelmiyor!!! Neden gelsin ki; dişinizden, tırnağınızdan artırarak biriktiriyor ve sevdanız için harcıyorsunuz, sonra bir gün geliyor başarısızlıklar, borçlar, hacizler, karamsarlıklar, yeisler, ümidin bitip tükendiği zamanlar.
Sonuç işte Hayal ve Ötesi. Ne kadar yaşadığımıza bağlı değil ne kadar yaşatıldığımıza bağlı. Saygılarımla.